Hakîmâne

Söz boşa gidince üzülüyor insan bazen.

Bir hâkim (yargıç deniyor şimdilerde biliyorsunuz) ile sohbet ediyorduk. Güzel ve hikmetli bir hâdise anlattı, kendi başından geçen:

Bir tarlanın mülkiyeti dava konusu imiş. Bermûtad mahallinde keşif yapılıyor. Dava konusu arazinin öteden beri sahiplik durumu, sınırları ve saire belirlenecek; tabii bu meyanda şahitler de dinlenecek. Bakıyor hakim bey, taraflardan birinin dinletmek üzere hazır ettiği yaşlı bir şahit biraz huzursuz. Yani hatır için gerçeğe aykırı beyanda bulunması için hazır edilmiş, ama bu durumdan fevkalâde hoşnutsuz, kıvranıyor. Tabii her güngörmüş insan gibi hakim bey de, kendisinden bekleneceği durumu anlıyor. Hakim bey duruma hakim yani.

Bu arada keşif mahalline yakın bir kara yolunda seyreden kamyon hemen ileride, keşif heyetinin rahatlıkla görebildikleri şekilde ani bir kaza ile devriliyor ve birkaç kişi vefat ediyor. Hakim bey mevzuubahis tanığa hitaben diyor ki: “Bak amca! Dünyanın hükmü işte bu kadar. Bir anda göçebiliyor insan, şu veya bu sebeple. Hesap var hesap! Ona göre!”

Tabii yerinde söylenmiş söz yerini buluyor ve adaletin bir sapmaya uğraması önleniyor.

Bu noktada şöyle söyledim: “Yalnız hâkimâne değil, ilâveten hakîmâne davranmışsınız hakim bey…”

(Lütfen uzatma işaretlerine dikkat! Hayâtî önem taşıyorlar çünkü.”

“Artık ne ise” dedi hakim bey ve; hâkim ile hakîm kelimelerinin tazammun ettiği manâ gözden kaçmıştı; fark etmekle de benim keyfim kaçtı.

Hekîm, hâkim ve hakîm kelimelerinin ayrı ayrı ne anlama geldiklerini fark etmeli değil mi?

Hakîmâne (yani hikmetli şekilde) beytlerin başlıca ustaları; Nâbî, Hâzık Mehmed, Hersekli Ârif Hikmet, Çelebizâde Âsım, Koca Râgıp Paşa, Ziya Paşa’ dır klasik şiirimizde. Bunlardan Hersekli ve Çelebizâde’ den bugün bana akîde şekeri lezzeti veren birkaç beyti dikkatlerinize sunacağım.

Bilenler âlem-i kevn ü fesâdın neydiğin
Hikmet Ne fikr-i câh ü ikbâle ne kayd-ı nâme düşmüşdür

Kevn : Olma
Kevn ü fesâd : Olma ve bozulma (dünya)
Câh : Rütbe, derece, yüksek mevki
İkbâl : Talih düzgünlüğü (tersi, idbâr)

[Dünyanın mahiyetini iyi anlayanlar makam-mevki ve şöhret kaygısından uzak kalırlar.]

Bilenler âlem-i kevn ü fesâdın selb ü îcâbın
Zevâl-i devlet-i dünyâ ile endûh-gîn olmaz

Selb : Zorla, alma; kaldırma; giderme
Zevâl : Sona erme
Endûh-gîn : Gamlı, üzüntülü

[Dünyayı iyi anlayanlar, onu kaybetmekle üzülmezler.]

Kemâl-i câha mağrûr olmasın, erbâb-ı ikbâlin
Dem-i idbâr olur kim aybını izhâr eder dünyâ

[Yüksek mevki elde edinenler sakın gurura kapılmasınlar ki; kaçınılmaz olan çöküş vakti geldiğinde, dünya onun kusurlarını açık eder.]

Bu beytler Hersekli Ârif Hikmet’ e ait idi.

Şimdi de Çelebizâde Âsım’ dan bir örnek verelim:

Meh-i nev’ bedr olur ammâ kelef gitmez izârından
Olur bir vechile aybı nümâyân ehl-i noksânın

Meh-i nev’ : Yeni ay, hilâl
Bedr : Dolunay
Kelef : Yüzdeki benek benek lekeler
Nümâyân : Görünen

[Yeni ay, dolunaya döndüğünde yüzündeki izler kaybolmadığı gibi; yüksek mevki ihrâz etse de, eksiklinin eksiği bir şekilde kendini gösterir.]

Hani; “sarımsağı gelin etmişler, altı ayda kokusu çıkmış” der gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir