Zengin – Fakir

Divan şairlerimizin iki mısraya bir roman özeti sığdıran söz kudretine bakıp hayran olmamak kâbil olmuyor.

Şu veya bu sebeple tenkîde yeltenenlerin, şairin;

Engüşt-i hatâ uzatma öyle Beş beytine bir nazîre söyle

Engüşt : Parmak
Nazîre : Benzer (Klasik şiirimizde ustaların birbirine nazire söylemeleri çok güzel bir gelenektir. Bu yazıda bir iki misâlini de vermeye çalışacağız.

dediği gibi;

hiç değilse küçücük bir numune göstermeleri gerekmez mi?

Nitekim aynı şair yukarıdaki beytin devamında;

Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahî söylel böyle bir söz

Demektedir.

Yalnız burada “sıkıysa söyle, söyleyemezsin!” değil de “sen de söyleyebilirsin; yeter ki, inat ve kibirden kurtul, bir de geçtiğimiz disiplinden geç; içtiğimiz pınardan iç” ma’nâsını ihtiyâr ederiz.

Fakat heyhât! Öyle çorak bir iklime düştük ki hakîmâne sözü söylemekten çoktan geçtik; biraz anlayabilmek büyük saadet biz milenyum nesli için.

Büyuük üstâd Nâbî merhûmun Hayrâbâd’ına –ki 1201 beyitli mesnevîdir- nazîre olarak yazdığı 2101 beyitli Hüsn ü Aşk’ında, yukarıya aldığım iki beytten sonra diyor ki Şeyh Gâlib (1757 – 1799):

Az vakitte söyledimse ânı Nâ-puhteliğin değil nişânı

Nâ-puhte : Çiğ, pişmemiş

Gördük nice şahlar gedâlar Bir anda yapar onu babalar

Gedâ : Yoksul, dilenci

Yine aynı eserinde, sıkça ma’rûz kaldığı “Hazreti- Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden alıyorsun yazdıklarını” yollu tenkitlere cevâben:

Esrârını Mesnevî’den aldım Çaldım belî mîrî malı çaldım

Esrâr : Sırlar
Belî : Evet, doğrudur
Mîrî mal : Halkın istifadesine açık mal

Fehmetmeğe biraz himmet eyle Ol gevheri bul da sirkat eyle

Fehm etmek : Anlamak
Gevher : Cevher, inci
Sirkat etmek : Çalmak

[Evet; bu sırları, bu ilhâmı Mesnevî-i Şerîf’den alıyorum. O mîrî maldır. Sahibinin itirazı mı var ki? Size de ne oluyor? Hem hikmet mü’minin yitiğidir; nerede bulursa alır; almalı. Anlamak için biraz gayret et. O inciyi bulunca sen de çal. Onu çalmak fazîlettir; kabahat değil…]

Bendi bağladığı Farsça beyt ise tam bir âlem:

İn dem ki zî-şâir-i eser nîst Sultân-ı suhân menem diger nîst

[Şairane söze muktedir çok er yok zamanımızda; söz ülkesinin sultanı benim; bir yanlışlık olmasın!]

Bir diğer beytiyle son verelim bu bahse:

Merdânelik asâleti meydânda bellidir Hayber günü babasını kim sordu Düldülün

[Hani Ziya Paşa’nın

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

dediğine benzer diyor Şeyh Gâlib ve ekliyor; Hazret-i Alî Efendimizin Hayber’de bindiği hayvan (Düldül) bir katırdı; babası eşek yani –malûm katırın babası eşek, anası at’tır-. Ama İslâm tarihinde şanlı bir yer edinen bu mübarek hayvanın babasını soran oldu mu?

Gel er meydanında göster yiğitliğini. Lâfı bırak!]

Bu bahsi sonlandıracaktık ama yine aynı imzayı taşıyan şu berceste mısra’ı yazmadan geçemedim:

Geçti gün ferdâyı ko sâat bu sâat dem bu dem

[Dün geçti, yarın gelir mi gelmez mi belli değil; sâat bu sâattir, an bu an.]

Aslında yazıya başlarken ‘zar içinde’ redifli Nâbî merhûmun 9 ve 7 beyitli iki gazeline Nedîm’in 5, Şeyh Gâlib’in 7 beyitli nazîrelerinden bahsedecektim. Söz Nâbî’nin başka bir beytini hatırlatacak kadar uzadı:

Sühân-ı bîhûdeden hoş gelir âvâz-ı hurûz Bârî ma’nâsını bilmezse de hengâmı bilir

[Horozun sesi boş sözden iyidir; zira horoz ötüşünün anlamını bilmese de zamanını bilir.]

Her neyse; diyor ki Nâbî:

Halvâ-yı fenâ zehr ile âlûdedir ammâ Çekmek eli güç gizlice lezzet var içinde

[Geçici dünya hayatındaki lezzetlerin zehirli olduğunu herkes bilir ama, şekerle kaplanmış zehir olduğundan eli çekmek kolay değildir.]

Şuracıkta İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin mektubundun bir iki cümleyi derc etmelidir; buyurun:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Kıymetli efendim. Sıkıntıların gelmeleri, görünüşde çok acı ise de, bunların ni’met oldukları umulur. Bu dünyânın en kıymetli sermâyesi, üzüntüler ve sıkıntılardır. Bu dünyâ sofrasının en tatlı yemeği, derd ve musîbetlerdir. Bu tatlı ni’metleri, acı ilâclarla kaplamışlar, bununla imtihân yolunu açık tutmuşlardır. Se’âdetli, akllı olanlar, bunların içine yerleşdirilmiş olan tatlıları görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğnerler. Acılardan tat alırlar. Nasıl tatlı olmasın ki, sevgiliden gelen herşey tatlı olur. Hasta olanlar, onun tadını duyamaz. Kalbin hasta olması, Ondan başkasına gönül vermesidir. Se’âdet sâhibleri, sevgiliden gelen sıkıntılardan o kadar tat alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duyamazlar. Her ikisi de sevgiliden geldiği hâlde, sıkıntılardan, sevenin nefsi pay almaz. İyiliklerini ise, nefs de istemekdedir.
Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun!

Şeyh Gâlib ise diyor ki:

Hep can atıyor halk fenâ mülküne ammâ Bir hârice çıkmaz ki ne hâlt var içinde
[Herkes dünya malına mevkiine kavuşma arzusu ile tutuşuyor ama, şöyle iki adım geri çekilip de bakamıyor ki görsün; ne berbat bir şeydir.]

Yine O:

Her zilletin elbette bir izzet var içinde Seyr et Çeh-i Ken’ân’ı ne devlet var içinde
[Rezil olmadan vezir olunmaz derdi anam bana. İlk mısrada ona yakın söylüyor şair ve delil getiriyor; Hazret-i Yûsuf önce Kenan Kuyusu’na düştü ama çıkınca da Mısıra azîz oldu.]

Görüşmek üzere…

Av. Hayati İnanç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir