Ahmet Paşa ve Necâtî Bey

Ahmet Paşa ve Necâtî Bey, Sultan Fatih devrinin iki dev şairidir.
 
Demiş ki Ahmet Paşa:
 
Destimi kessen kalır dâmân-ı lûtfunda elim Dâmenin kessen elimde kalır lûtfun dâmeni

(Ey sevgili! Eteğini öyle kararlı tuttum ki, benden usanıp da elimi kesecek olsan gam değil, zira elim lütuf eteğinde kalacak, kârlıyım; yok eteğini kessen de gam değil, çünkü bu durumda da eteğin elimde kalacak, yine kazançlıyım.)
 
Necati Bey de demiş ki:

Şöyle muhkem tutayın aşk ile dildâr eteğin Ya kat’ edeler destim ya keseler yâr eteğin
 
Mana aşağı yukarı aynı:

(Öyle muhkem tuttum ki yarin eteğini; elimi de kesse, eteğini de kesse fark etmez)
 
Ahmet Paşa vefat etmiş, Necati Bey sağ; birkaç kişi oturmuşlar edebiyat üzerine sohbet ediyorlar; mevzu bu iki beyt. Hangi şairin daha üstün olduğu konuşuluyor; eteği kesenin mi yoksa eli kesenin mi haklı olduğu tartışılıyor; belki “yazık değil mi eli kesmeye canım” deniyor.
 
Beklenmedik şekilde Necati Bey meclise girip selâm veriyor. Diyorlar ki; “tam biz de sizden bahsediyorduk, bir karara varamadık, hanginizin üstün olduğu hususunda; merhum Ahmet Paşa mi yoksa siz mi?”
 
Bu arada Necati Bey‘ in asıl adı ise Îsâ‘ dır. Necati, onun şiirde kullandığı mahlasıdır, takma ad yani.
 
Havadan sudan konuşulup eğlenilen bir meclis bu. Dil kolay varmıyor ama, geyik muhabbeti. Bu sorunun Necati Bey‘ e sorulmasında şöyle de bir incelik var; şair kısmı zarif bir üslûp içerisinde öğünür, ama öyle öğer ki kendini, kim duysa ya da okusa beğenip tebessüm etmekten kendini alamaz.
 
Acaba nasıl öğünecek? Merak edilen bu.
 
Diyor ki Necati Bey irticâlen (gençlerin şimdi doğaçlama dedikleri şey demek). Yani hiçbir hazırlık olmaksızın, ani soruya karşı, üstelik kendisinin san’atının söz konusu olduğu bir vaziyet.
 
Ne yapmalı şair dersiniz? Şöyle diyor:
 
Necati’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir Ki Îsâ göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den
 
Pes doğrusu! Dehaya, belagate, nezakete, zarafete pes!
 
Şöyle diyor yani…
 
Merhumun ölüsü bile benim diri hâlimden üstündür. Nitekim, diri olarak göğe kaldırılan İsa (aleyhisselâm) [tekrar kaydedelim kendi adı Îsâ‘ dır], vefat etmiş olan Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ e aşık, meftûn ve O’ na ümmet olma iştiyâkında değil midir?
 
Evet, belagat (halin icabına uygun söz söyleme kabiliyeti) karşısında ceket iliklemek kaçınılmazdır da; işbu, kendini aradan çekip, başkasını (Ahmed Paşa da olsa!) övmek, yani bu derece samimi mahviyetkârlık; üstelik bunu bu kadar sağlam bir bilgiye dayalı bir gerekçe ile ortaya koymak insanı nasıl hayrette bırakmaz?
 
Klasik kültürümüze karşı günümüz aydını tenkit gücüne sahip değil, takdir etmesine ihtiyaç yok (öyle ya güneşin övülmeye ne ihtiyacı var), taklit etmesi de isabetsiz (çünkü sakil durur). Tek doğru tavrı olabilir aydınımızın; anlamaya çalışmak. Bu ise aydın namusunun asgari gereği değil midir?

Av. Hayati İnanç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir