Söz boşa gidince üzülüyor insan bazen.
Bir hâkim (yargıç deniyor şimdilerde biliyorsunuz) ile sohbet ediyorduk. Güzel ve hikmetli bir hâdise anlattı, kendi başından geçen:
Bir tarlanın mülkiyeti dava konusu imiş. Bermûtad mahallinde keşif yapılıyor. Dava konusu arazinin öteden beri sahiplik durumu, sınırları ve saire belirlenecek; tabii bu meyanda şahitler de dinlenecek. Bakıyor hakim bey, taraflardan birinin dinletmek üzere hazır ettiği yaşlı bir şahit biraz huzursuz. Yani hatır için gerçeğe aykırı beyanda bulunması için hazır edilmiş, ama bu durumdan fevkalâde hoşnutsuz, kıvranıyor. Tabii her güngörmüş insan gibi hakim bey de, kendisinden bekleneceği durumu anlıyor. Hakim bey duruma hakim yani.
Bu arada keşif mahalline yakın bir karayolunda seyreden kamyon hemen ileride, keşif heyetinin rahatlıkla görebildikleri şekilde ani bir kaza ile devriliyor ve birkaç kişi vefat ediyor. Hakim bey mevzuubahis tanığa hitaben diyor ki: “Bak amca! Dünyanın hükmü işte bu kadar. Bir anda göçebiliyor insan, şu veya bu sebeple. Hesap var hesap! Ona göre!”
Tabii yerinde söylenmiş söz yerini buluyor ve adaletin bir sapmaya uğraması önleniyor.
Bu noktada şöyle söyledim: “Yalnız hâkimâne değil, ilâveten hakîmâne davranmışsınız hakim bey…”
(Lütfen uzatma işaretlerine dikkat! Hayâtî önem taşıyorlar çünkü.”
“Artık ne ise” dedi hakim bey ve; hâkim ile hakîm kelimelerinin tazammun ettiği manâ gözden kaçmıştı; fark etmekle de benim keyfim kaçtı.
Hekîm, hâkim ve hakîm kelimelerinin ayrı ayrı ne anlama geldiklerini fark etmeli değil mi?